29 Ocak 2012 Pazar

uludağ..

baştan söyleyeyim her sene uludağ' a giden tikilerden değilim. ilk defa gittik izlenimlerim ona göre..

sabah otobüse bindik. kamil koç güzel ama geç kalkmayı alışkanlık haline getirmiş. hatta otobüs içi saatleri 5dk geç. kendi saatim ileri değil, açtıkları tvde saat var. onun dışında ikram olayı güzeldi. 5 saatlik yolculukta 2 kere ikram yaptılar. ankara çıkışı ve eskişehir çıkışı. sabahın köründe bindiğimiz için kahvaltı niyetinde iyi oldu. yalnız bu kamil koçların birinde sıcak poğaça ikram edilmişti. öyle bir şey daha makbule geçerdi. ya da sandviç tarzı bi uygulamaya geçseler. gidişte tvleri açmadılar. ben de ses etmedim. sürekli uyku hali+ lana del rey takıldım. neyse..

bursa' da indik. bursa otogardan taksiye bindik. zaten 3 kişiyiz falan diye. 100tl verdik net. oha dedim ama yol 1 saat tuttu haklı yani. gıcık olduğum tek yönü o 1 saat boyunca kdtürküleri dinledik. ne severim ne sevmem nötr haldeydim ama öğk geldi. zaten arabada ön koltukta oturmazsam midem bulanır, yoldan gelmişim, yorgunum, yukarı çıktık hava çarptı. bir de bu. bir de hepsi slow. bi hareketli parça yok. neyse.

ankara' dan çıkarken kar yağıyordu, iyiki arabayla gitmiyoruz diye dua etmişiz, üstümüz kat kat falan bursa' ya bi indik anaa kar bile yok, güneşli hava, nasıl sıcak. neyse dağda kar vardı. ama yolda o kar geçişi süperdi. önce hiç kar yoktu, sonra hafif hafif evlerin çatılarında azıcık, sonra ağaçların üstünde, köşede bucakta, artarak gitti. milli park' a girdiğimizde artık yollarda kar vardı. yolda bir de manzara olağanüstü. uludağ' ı kar- kayak vs' den çok çam ağaçlarıyla hatırlayacağım. ben küçükken yazın bir geceliğine dağda kalmıştık. hatırladığım 2 şeyden biri çam ağaçlarıyla bezeli yoluydu. şimdi bir de üstlerine kar birikmiş, nefis, maalesef resim çekemedim. gidişte aklıma gelmedi, dönüşte kalabalık bir servisteydik.

bizim kaldığımız yer 1. bölgedeydi. 1. bölge eski yerleşimmiş sanırım. o eski türk filmlerindeki meşhur otel 1. bölgeydi mesela. ama asıl oteller 2. bölgedeymiş. yani ünlüleri görmedik.

varınca zaten malzeme kalmaz diye ilk iş onları kiraladık. kendimizce götürdük tabi benim kayak montum vardı, uydurmaya çalıştık biraz. hiç gerek yokmuş. herşey kiralanıyor. kayak, baton, kayak botu, mont, salopet, kask, gözlük, eldiven. salopet kayak pantolonu imiş. bir de kursa yazıldık oh. ben eskiden 1-2 kere kaymıştım ama dizleri kır, kayaklar paralel dursun ve kar sapanından ibaretti bilgim. hazır kurs varmış öğrenelim dedim. zaten tee ortaokuldaydım o zaman. gerçi 2. gün salopet ve eldiveni iade ettim. salopet güzel bir şey, ıslanmıyor, soğuktan koruyor falan. aslında içinde rahattım, oturuyorum, kalkıyorum falan ama kayarken çok rahatsız oldum. eşofmanla kaydım. bir de eldiven. ayy iğğrenç kokuyor. ellerimi yüzüme süremiyorum o kadar iğrenç ki. aslında eldiven de alınabilirmiş. yani bir eldiven pahalı değildir. hem de normalde de kullanılabilecek bir şey.

kaldığımız yerin kendi teleferiği falan vardı ama diğer otellerde kalanlar için hakkaten gerizekalılık. ayy uludağ' a gittik falan diyenler neyin havasını atıyor anlamadım. orda gördüğüm manzara şu ellerde kayaklar, sopalar. ayakta o benim 2 adımı zor attığım kayak botlarıyla otellerinden çıkıp, tepelere tırmanıp, arabaların falan arasından geçip kaymaya çalışıyorlar. ben botu giyip 5 adım atıp teleferiğe binerken 3,5 atıyorum. o kadar yolu nasıl yürüyorlar pes. bildiğin amelelik bir de. bir de arabaların gittiği yolda kayan, snowboard yapmaya çalışan gerizekalılar gördüm. her gördüğümü de azarladım. 2 adım atalım diye yürüyüşe çıkmışız, pist yukarda, adam tutmuş ayaklarımın dibinde boardla. te allam.

şanslı yerde kaldım ama dağ berbattı. pist nispeten dar geldi ve acayip dikti. tamam pek kayak tecrübem yok ama palandöken, erciyes, ılgaz ve uludağ' ı gördüğüm için bu yorumu yapabilirim. kenarlarda çam ağaçları var bir de zaten dik, dönmeyi beceremeyince panik yapıp kendimi yere atıyorum. düşmeden inmeyi beceremedim o son yeri. mantıken pistin başı nispeten düzlük, hafif bir eğim olur ki durması kolay olsun, acemiler çalışsın falan. nerdee. en dik yer en son kısımdı.


iyi başladık, düşüyorum falan ama yarısı bilinçli düşme. biraz dizim ağrıdı ama idare ederim diyorum. sonra şerreffsizin biri bana arkadan vurdu. zaten dizim ağrıyor diyorum. arkaya düştüm, kayaklar altımda kaldı. acıdan çığlık çığlığa bağırıyordum en son. ayağa kalkamıyorum ya öyle bir ağrı. o gün bıraktım. öyle bir şey ki vücudumun bana ihanet ettiğini hissediyorum. yorgun falan değilim, kalkayım, kayalım falan sanki dizler bana ait değil. ertesi gün ağrı biraz geçti ama içime bir korku geldi. kayakların üstünde duramıyorum. dedim biraz alışayım küçük bir alana gidip, merdiven hareketi falan yaptım. o gün de deli kar yağıyor. meğer yumuşak kar kayakların altına yapışırmış. tam azıcık alıştım dedim pozisyon aldım ittiriyorum, ittiriyorum gitmiyo kayaklar. piste inmeyi de gözüm yemedi. yemedi de çıktığım yerden inmesi var. inemedim. bizimkiler hadi hadi diyip duruyo. zaten yokuş aşağı inmeye korkarım, bir de kar. te allam. dedim bırakıyorum. bir daha da kaymadım. kayak meceram böylece bitti. amaan napiim yani.

durduğum yerde ağrımıyor ama hala merdiven inip çıkmak, oturup kalkmak işkence. merdivenleri falan tek tek çıkıyorum böyle yaşlılar gibi. ama suç bende o diz egzersizlerini yapmazsan olacağı bu. yaza kadar düzenli yapılacak nokta.

hava da pek fenaydı zaten. ilk gün iyiydi güneş falan vardı. tamam güneş olsun demiyorum ama her gün kar yağdı. son 2 gün sis  vardı. 2 metre önünü göremediğin durum, zaten 3 günlük acemisin hangi akla hizmet en tepeden kayarlar anlamam.

bu sene de diploma yılı oldu.

kaymayınca da yapacak bir aktivite yok. pistte zaten yürümek yasak, tehlikeli. yolda yürüsen arabalar, zaten 2 metre yer. yiyip yiyip yatma modu. buna rağmen 1 kilo vermişim nasıl sevindim. arkadaşlar falan vardı onun dışında. özlemişim be iyi geldi. aktivite falan olmasa da 1 hafta iyi işte.

tabi çevre biraz tikivari. iphonum parasını çıkardı bence. bi kere o ortamda eski telefonumu çıkarmaya utanırdım ki kendisi sadece 2 senelikti ve 2008' in en iyi telefonu ödüllü idi. böyle tatile giderken laptop taşımayı sevmiyorum. otobüs koltuklarına zaten kendim zor sığıyorum. bir de kocaman çantam oluyor. bir de laptop çantası ölüm. ama interneti özlüyorum. 1tl' ye bir günlük internet aldım. her gün girdim oh. hatta elinde koca laptopla oturanları kınadım hafiften. ortamdan sıkılınca twitter' ı açtım, takıldım. süperdi. laptopta o rahatlık yok bence.

uludağ ile ilgili hatırladığım 2. şey ülker antep fıstıklı  kare çikolata onu da yiyemedim:(

dönüşte adam başı 9tl' ye servisle bursa' ya indik. 2tl de otobüsle terminale. yollarda kar var ama baya temizlenmiş, sürekli bir çalışma makineleri, karayolları güzel çalışıyor.. bursa' ya kar yağmış. ama pek tutmamış. otobüsle gar' a gittik. 1 saat dolaştı. baya gezmiş oldum bursa' yı. bursa eski yerleşim olduğundan sokakları ne kadar dar, bir de hep yokuş. hiç bana göre değil.

bursa' da işte kapalıçarşısı' nı gezdik, koza han' da ipeklere baktık. havlucular falan. pek bir şey almadık. bursa hemen hemen her sene yolumuz düşüp uğradığımız yer. 1-2 kestane şekeri aldık, iskenderi doğduğu dükkanda yedik. orjinal halinde kalmış bir dükkan, küçücük, ama bir ufak tabak 19,50tl.  yedik geldik.

bursa otogarının karşısında ikea ve anatolium var. bizim gibi 2' deki otobüs için 12' de otogarda olanlar için iyi. gerçi yarım saat erken gitmemize rağmen gene de bizimkileri sokamadım oraya ama neyse.

bursa' da böyle tek kullanımlık kartlar kullandık. ama yerlilerin plastik akbil gibi, kentkart gibi kartları vardı. aslında ankara' ya da lazım böyle bişey artık. metro kartları hep kağıt masrafı. hatta olacaksa akbil gibi anahtarlık gibi değil de kimlik gibi kart tarzı bir şey olmasını tercih ederim.
bu da böyle bir anımdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder