31 Ocak 2012 Salı

güzel portföy..

martha' nın bir diy projesiydi ama ben modeli değil desni sevdim. naapsak..

güzel ayakkabı..

yabancı bir markanın desa çakmasıymış. desa sitesine baktım ama bulamadım. biraz topuklulara alıştıktan sonra alabilirim çook güzeller:))

bitenler..

bu nivea ile evdeki son dudak kremini de bitirmiş bulunmaktayım. artık sırada glosslar var. ama gene de 1 tane almayı düşünüyorum. o zaman neden bunu bitirmek için uğraşın dersen bu arkadaş en az 10 yıllık. lise 1 gibi falan vardı ama daha öncesini hatırlamıyorum. bi ara çok meşhurdu ama benim dudaklarım zaten kırmızı bir de bunu sürünce patlardı. o yüzden yıllarca hiç sürmedim. yapısı da hiç bozulmadı maaşallah. sonunda bitti ama.

staj..

sonunda başladım staja. bu kadar gecikmişken 1 hafta daha uzayaydı. fıstığımı da görmeye gidebilecektim. bütün kış evdeydim tam gideceğim hafta staj başladı. neyse sağlık olsun. şimdilik formaliteden geçiyor zaten. bugün imza atıp geldim sadece. dün de bekleyerek geçti. oraya git, kağıdı ver bekle, sonra geri al, başka yere git orda bekle. neyse ya. keşke daha önce hatta ramazan' dan sonra başlasaydım. 5 ay boşa geçti. ne biliim dedim nasılsa bir yere yerleşirim puanım fena değil ama kısmet.

artık kendime iş dolabı düzüyorum. meğer dolabımdakiler çoğu cicili bicili, resimli, eğlenceli şeylermiş. kendime 2 gömleğimsi aldım. tam gömlek değil de bluz mü diyim ne diyim.

dün işte bekleme aralarında bershka' dan baklavalı kazak aldım. biraz oturuyor üstüme ama içine gömlek giysem daha iyi olur. zaten siyah ağırlıklı bişey. fiyatı 25,90. normal. 2. indirime göre pahalı sayılır ama iyidir ya.

29 Ocak 2012 Pazar

afferim ikea..

geçen bişeyler aldık. çay süzgecini kasada unutmuşuz. o da 2,50tl' lik bir şey. gene de hadi dedim mail atayım. müşteri hizmetleri formu doldurdum. 5dk dolmadan geri aradılar. fişiniz varsa yardımcı olalım falan diye. fişi gece bulduk. gene bir form doldurum. sabah hemen cevap geldi. iade kasasına fişinizle gelip alabilirsiniz diye.

iyi dedik. 1 hafta sonra gittik. aslında oraya giderken 5 katı benzin harcamışızdır ama gider bi köfte yeriz dedim. hakkaten verdiler bizim süzgeci.

bi kere müşteri hatası var. kasada unutmuşun sonuçta. artı 1 hafta sonra gidiyorsun. yok böyle bir rahatlık. değiştirme süresi bile 7gün. bir de ederi ne yani. 2,50tl. ama ilgilerini taktir ettim biliyor musun. hemen geri döndüler ya, direk yani.

bu da bizim süzgeç. kullanmadan önce kaynatmak gerekiyor. ilk çayıma gri bir renk verdi. sonra da istanbul kapalıçarşı' dan aldığım güzel kokulu elma çayımdan kurt çıktı. üzüldüm ve tiksindim. ama süzgeç iyi.

sevdim seni ikea, afferim.

uludağ..

baştan söyleyeyim her sene uludağ' a giden tikilerden değilim. ilk defa gittik izlenimlerim ona göre..

sabah otobüse bindik. kamil koç güzel ama geç kalkmayı alışkanlık haline getirmiş. hatta otobüs içi saatleri 5dk geç. kendi saatim ileri değil, açtıkları tvde saat var. onun dışında ikram olayı güzeldi. 5 saatlik yolculukta 2 kere ikram yaptılar. ankara çıkışı ve eskişehir çıkışı. sabahın köründe bindiğimiz için kahvaltı niyetinde iyi oldu. yalnız bu kamil koçların birinde sıcak poğaça ikram edilmişti. öyle bir şey daha makbule geçerdi. ya da sandviç tarzı bi uygulamaya geçseler. gidişte tvleri açmadılar. ben de ses etmedim. sürekli uyku hali+ lana del rey takıldım. neyse..

bursa' da indik. bursa otogardan taksiye bindik. zaten 3 kişiyiz falan diye. 100tl verdik net. oha dedim ama yol 1 saat tuttu haklı yani. gıcık olduğum tek yönü o 1 saat boyunca kdtürküleri dinledik. ne severim ne sevmem nötr haldeydim ama öğk geldi. zaten arabada ön koltukta oturmazsam midem bulanır, yoldan gelmişim, yorgunum, yukarı çıktık hava çarptı. bir de bu. bir de hepsi slow. bi hareketli parça yok. neyse.

ankara' dan çıkarken kar yağıyordu, iyiki arabayla gitmiyoruz diye dua etmişiz, üstümüz kat kat falan bursa' ya bi indik anaa kar bile yok, güneşli hava, nasıl sıcak. neyse dağda kar vardı. ama yolda o kar geçişi süperdi. önce hiç kar yoktu, sonra hafif hafif evlerin çatılarında azıcık, sonra ağaçların üstünde, köşede bucakta, artarak gitti. milli park' a girdiğimizde artık yollarda kar vardı. yolda bir de manzara olağanüstü. uludağ' ı kar- kayak vs' den çok çam ağaçlarıyla hatırlayacağım. ben küçükken yazın bir geceliğine dağda kalmıştık. hatırladığım 2 şeyden biri çam ağaçlarıyla bezeli yoluydu. şimdi bir de üstlerine kar birikmiş, nefis, maalesef resim çekemedim. gidişte aklıma gelmedi, dönüşte kalabalık bir servisteydik.

bizim kaldığımız yer 1. bölgedeydi. 1. bölge eski yerleşimmiş sanırım. o eski türk filmlerindeki meşhur otel 1. bölgeydi mesela. ama asıl oteller 2. bölgedeymiş. yani ünlüleri görmedik.

varınca zaten malzeme kalmaz diye ilk iş onları kiraladık. kendimizce götürdük tabi benim kayak montum vardı, uydurmaya çalıştık biraz. hiç gerek yokmuş. herşey kiralanıyor. kayak, baton, kayak botu, mont, salopet, kask, gözlük, eldiven. salopet kayak pantolonu imiş. bir de kursa yazıldık oh. ben eskiden 1-2 kere kaymıştım ama dizleri kır, kayaklar paralel dursun ve kar sapanından ibaretti bilgim. hazır kurs varmış öğrenelim dedim. zaten tee ortaokuldaydım o zaman. gerçi 2. gün salopet ve eldiveni iade ettim. salopet güzel bir şey, ıslanmıyor, soğuktan koruyor falan. aslında içinde rahattım, oturuyorum, kalkıyorum falan ama kayarken çok rahatsız oldum. eşofmanla kaydım. bir de eldiven. ayy iğğrenç kokuyor. ellerimi yüzüme süremiyorum o kadar iğrenç ki. aslında eldiven de alınabilirmiş. yani bir eldiven pahalı değildir. hem de normalde de kullanılabilecek bir şey.

kaldığımız yerin kendi teleferiği falan vardı ama diğer otellerde kalanlar için hakkaten gerizekalılık. ayy uludağ' a gittik falan diyenler neyin havasını atıyor anlamadım. orda gördüğüm manzara şu ellerde kayaklar, sopalar. ayakta o benim 2 adımı zor attığım kayak botlarıyla otellerinden çıkıp, tepelere tırmanıp, arabaların falan arasından geçip kaymaya çalışıyorlar. ben botu giyip 5 adım atıp teleferiğe binerken 3,5 atıyorum. o kadar yolu nasıl yürüyorlar pes. bildiğin amelelik bir de. bir de arabaların gittiği yolda kayan, snowboard yapmaya çalışan gerizekalılar gördüm. her gördüğümü de azarladım. 2 adım atalım diye yürüyüşe çıkmışız, pist yukarda, adam tutmuş ayaklarımın dibinde boardla. te allam.

şanslı yerde kaldım ama dağ berbattı. pist nispeten dar geldi ve acayip dikti. tamam pek kayak tecrübem yok ama palandöken, erciyes, ılgaz ve uludağ' ı gördüğüm için bu yorumu yapabilirim. kenarlarda çam ağaçları var bir de zaten dik, dönmeyi beceremeyince panik yapıp kendimi yere atıyorum. düşmeden inmeyi beceremedim o son yeri. mantıken pistin başı nispeten düzlük, hafif bir eğim olur ki durması kolay olsun, acemiler çalışsın falan. nerdee. en dik yer en son kısımdı.


iyi başladık, düşüyorum falan ama yarısı bilinçli düşme. biraz dizim ağrıdı ama idare ederim diyorum. sonra şerreffsizin biri bana arkadan vurdu. zaten dizim ağrıyor diyorum. arkaya düştüm, kayaklar altımda kaldı. acıdan çığlık çığlığa bağırıyordum en son. ayağa kalkamıyorum ya öyle bir ağrı. o gün bıraktım. öyle bir şey ki vücudumun bana ihanet ettiğini hissediyorum. yorgun falan değilim, kalkayım, kayalım falan sanki dizler bana ait değil. ertesi gün ağrı biraz geçti ama içime bir korku geldi. kayakların üstünde duramıyorum. dedim biraz alışayım küçük bir alana gidip, merdiven hareketi falan yaptım. o gün de deli kar yağıyor. meğer yumuşak kar kayakların altına yapışırmış. tam azıcık alıştım dedim pozisyon aldım ittiriyorum, ittiriyorum gitmiyo kayaklar. piste inmeyi de gözüm yemedi. yemedi de çıktığım yerden inmesi var. inemedim. bizimkiler hadi hadi diyip duruyo. zaten yokuş aşağı inmeye korkarım, bir de kar. te allam. dedim bırakıyorum. bir daha da kaymadım. kayak meceram böylece bitti. amaan napiim yani.

durduğum yerde ağrımıyor ama hala merdiven inip çıkmak, oturup kalkmak işkence. merdivenleri falan tek tek çıkıyorum böyle yaşlılar gibi. ama suç bende o diz egzersizlerini yapmazsan olacağı bu. yaza kadar düzenli yapılacak nokta.

hava da pek fenaydı zaten. ilk gün iyiydi güneş falan vardı. tamam güneş olsun demiyorum ama her gün kar yağdı. son 2 gün sis  vardı. 2 metre önünü göremediğin durum, zaten 3 günlük acemisin hangi akla hizmet en tepeden kayarlar anlamam.

bu sene de diploma yılı oldu.

kaymayınca da yapacak bir aktivite yok. pistte zaten yürümek yasak, tehlikeli. yolda yürüsen arabalar, zaten 2 metre yer. yiyip yiyip yatma modu. buna rağmen 1 kilo vermişim nasıl sevindim. arkadaşlar falan vardı onun dışında. özlemişim be iyi geldi. aktivite falan olmasa da 1 hafta iyi işte.

tabi çevre biraz tikivari. iphonum parasını çıkardı bence. bi kere o ortamda eski telefonumu çıkarmaya utanırdım ki kendisi sadece 2 senelikti ve 2008' in en iyi telefonu ödüllü idi. böyle tatile giderken laptop taşımayı sevmiyorum. otobüs koltuklarına zaten kendim zor sığıyorum. bir de kocaman çantam oluyor. bir de laptop çantası ölüm. ama interneti özlüyorum. 1tl' ye bir günlük internet aldım. her gün girdim oh. hatta elinde koca laptopla oturanları kınadım hafiften. ortamdan sıkılınca twitter' ı açtım, takıldım. süperdi. laptopta o rahatlık yok bence.

uludağ ile ilgili hatırladığım 2. şey ülker antep fıstıklı  kare çikolata onu da yiyemedim:(

dönüşte adam başı 9tl' ye servisle bursa' ya indik. 2tl de otobüsle terminale. yollarda kar var ama baya temizlenmiş, sürekli bir çalışma makineleri, karayolları güzel çalışıyor.. bursa' ya kar yağmış. ama pek tutmamış. otobüsle gar' a gittik. 1 saat dolaştı. baya gezmiş oldum bursa' yı. bursa eski yerleşim olduğundan sokakları ne kadar dar, bir de hep yokuş. hiç bana göre değil.

bursa' da işte kapalıçarşısı' nı gezdik, koza han' da ipeklere baktık. havlucular falan. pek bir şey almadık. bursa hemen hemen her sene yolumuz düşüp uğradığımız yer. 1-2 kestane şekeri aldık, iskenderi doğduğu dükkanda yedik. orjinal halinde kalmış bir dükkan, küçücük, ama bir ufak tabak 19,50tl.  yedik geldik.

bursa otogarının karşısında ikea ve anatolium var. bizim gibi 2' deki otobüs için 12' de otogarda olanlar için iyi. gerçi yarım saat erken gitmemize rağmen gene de bizimkileri sokamadım oraya ama neyse.

bursa' da böyle tek kullanımlık kartlar kullandık. ama yerlilerin plastik akbil gibi, kentkart gibi kartları vardı. aslında ankara' ya da lazım böyle bişey artık. metro kartları hep kağıt masrafı. hatta olacaksa akbil gibi anahtarlık gibi değil de kimlik gibi kart tarzı bir şey olmasını tercih ederim.
bu da böyle bir anımdı.

26 Ocak 2012 Perşembe

su toplayan el..

insanın eli yanınca ne olur?

böyle deli gibi su toplar.

üstelik bu bölge acır,

patlatınca da yara olur..

22 Ocak 2012 Pazar

nefis..

şimdi çok alakasız bir post olacak ama resimdeki nefis görünmüyor mu? itiraf et.

içindekinin domuz eti olma ihtimalini es geçiyorum. tam ne olduğunu da bilmiyorum porchetta sandviç diye bişeymiş. martha' dan mail gelmiş ve geçmek istemedim.

evet bu hafta yarım kilo aldım ne var. kayarken gitcek onlar..

21 Ocak 2012 Cumartesi

mıknatıslı oje..

nihayet buldum da aldım. golden rose markası daha önce çıkardı biliyorum ama hiçbir yerde yok yani. bence yenilikleri takip etmeleri güzel ama dağıtım işini daha iyi yapmazlarsa satışları arttıramazlar. yani golden rose standı zaten her yerde yok. rossmann' a, watsons' a ve gratis' e baktım ve yok. stand buldum en son orda da kalmamış.

bugün rossmann' da pastel' inkini gördüm ve aldım. üstelik her rengi vardı. siyahı aldım. gerçi siyah değil metal rengi chrome diyesim var. işe yaramasa da rengi güzel. etki olarak çok silik belli belirsiz bir şey. daha çok ışık oyunu gibi. kullanma talimatında 2 kat sürün demiş ama bence tek kat sürmek daha iyi. kalın sürünce bir tabaka halinde kalıyor. zaten normal ojeden daha zor kuruyan bir şey.

mıknatısını kapağına sabitlemeleri güzel olmuş. ama kurumadan yapmak gerekiyor. her seferinde kapağı kapat mıknatısı tut zor iş.

bir de acayip tuzlu. yani fiyatı: 7,90tl ki kocaman bir oha demek istiyorum. şu ana kadar aldığım en pahalı oje. bu kadar merak etmesem almazdım. yani aldım gördüm ve bitti tamam, bir daha gidip almam.


bir de aklıma takılan bu yazı var. tamam magnetic oje zararlı değilmiş. ama diğer pastel ojeleri zararlı açık açık itiraf etmiş burda. ne olacak şimdi?
neyse rossmann' a gitmişken bir de saç köpüğü aldım. küçük boy aldım. fiyatını unuttum ama 1-2 tl bişeydi. evde avon saç köpüğü vardı. bitsin diye bekliyordum ama hazır yola gidicez küçük bir şey olsun diye aldım. yapısı avon' dan farklı. ucu tarak gibi. yapısı da traş köpüğü gibi. sevdim ama yapıştırmaması iyi.

freaks and geeks..

çok sıkıldığım anda ratingi yüksek, komik bir dizi izlemek istedim. dizimag sitesinin robotu yardımıyla bunu buldum. yani normalde olsa adını duymayacağım dizi.
şurdan izledim:
http://www.dizimag.com/freaks-and-geeks-1-sezon-18-bolum-izle-dizi.html

kısacıkmış zaten. 1 haftada izledim. fena değilmiş ama 9.3 puanlık bir potansiyel görmedim. yani friends' e 8.4 veren kafa bu diziye nasıl bu puanı verir anlamadım. hikaye klasik amerikalıların bu lise takıntısını anlamak zor. gene geekler var bir de pek işlenmeyen freakler var. inek takımından bir kız lindsay bu freak takımından daniel' e aşık olur ve aralarına katılmaya karar verir. zamanla aralarına alırlar falan. kız nerdeyse antipatik bir tip. yani iyiniyetli falan olmasa nefretlik olur. hele finalde üniversite gezisi yerine grupielik falan. yaşlanıyorum galiba. bu ara iş bulmaya o kadar taktım ki ailesi gibi düşünüyorum.

geek tayfasında da erkek kardeşi var. sevimli onlar da. yalnız nasıl liseli anlamadım. orta 1 tipi var hepsinde. freak tayfasından nick çok sevimli. himym' daki marshall oynuyor. introdaki gülüşü çok sevimli. gidip yanaklarını sıkasım geliyor.

bunun dışında da şimdi meşhur olan oyuncular var. 2000 yapımı olduğu için bu bu muydu diye zırt pırt baktım.

çok çok komik değil ama izlenir yaa. zaten 18 bölüm bişi.

resmi imdb' den almıştım mantıklı bişi olsun diye ama bu da saçma.

19 Ocak 2012 Perşembe

lana vs. pam..

lana del ray ve true blood' daki pam birbirine ne kadar benziyor.

pam' in daha iyi bir pozunu bulamadım sorry.

16 Ocak 2012 Pazartesi

dexter..

off of of o nasıl bir dizidir öyle bayıldım. daha önce de izlemeye çalışmıştım ama ilk bölümde sıkılmıştım. o ne öyle "tonight' s the night" falan. sonra çok sıkıldığım bir anda izlemeye başladım. başlarda gene pek sarmadı. sadece katilleri öldürüyor ama sen nesin falan oldum. böyle kendini adalet olarak görmece falan. sonra baya sardırdım. en son günde 4-5 bölüm falan izleyerek bitirdim.

başlarda hep six feet under' daki david' le karşılaştırdım. orda da titiz bir tipti. hele rita öldüğünde bir cenaze eviyle görüşme sahneleri var. nasıl böyle üzgün görünebiliyorlar falan diyor. orda baya koptum.

en çok abisi brian moser aka ice truck killer' ı öldürünce üzüldüm. tam seni anlayan biri işte. o anda öldürmesi kaçınılmazdı. debra' yı kurtarması gerekiyordu falan. ama daha sonra hep kendini anlayacak biri arayışlarında falan aklıma o geldi. 6. sezonda 1 bölümlüğüne falan hayali kişilik olarak geldiği bölüm bile süperdi. dark passenger olarak siyahlar giymiş falan. ama onu ezip geçerek babasını otostopla arabaya geri alma sahnesi bile süperdi.

babasıyla ilgili bay harbour butcher sezonunda "bak baba senin için öldürdüm" demesi, o surat ifadesi falan baya güldüm. tabi çok acı bir olaydı sonra babası intihar etmiş falan. ama o hali süperdi.

bir de 6. sezonun son bölümünde "baba, oğul ve seri katilim sözü süperdi. zaten 6. sezonda giderek kendini tanrılaştırması vardı bence biraz. önceki sezonlarda kendinden emin olmama babasına isyan etmek istemesi, sonra dark passengerla kendini lanetlenmiş görmesi yavaş yavaş onu kabullenme ve yüceltmeye dönştü.

yalnız 6. sezonda travis' i oynayan adam colin hanks, tom hanks' in oğluymuş. adam o kadar benziyor ki tıpkı bir forrest gump. bazı mimikler birebir o hallerini gördükçe diziden kopup direk oha ne kadar benziyor oldum sürekli. yani tom hanks' in flashbackli bir dizi çekmesi gerekirse direk adamı belli.

ama en son harrison' u kaçırdı ya dedim bu çocuğu da öldürürlerse gider ben öldürürüm. zaten rita ölünce de üzüldüm. tamam dizi falan ama adam tam geliyo iyi trinity' yi öldürdüm diye tak çocuk banyoda kanlar içinde, annesi ölmüş off dedim. biraz senaryoda gereklilikti galiba. çok ayak bağı oluyordu. astor ve cody' yi de sepetlediler. 6. sezonda hiç gözükmediler. harrison' la da daha derin bir ilişki başladı. acaba  benim  gibi olacak mı falan.

bu arada aslında 6. sezon son sezon olacakmış. ona göre finalde dexter elektirikli sandalyeye oturtuluyormuş. aynı senaryo ama terk edilince quinn onun peşine düşmüş görüntülerini falan çekmiş. debra o final sahnesi üzerine the dooms day killer olarak yakalayacakmış. hatta en son sahnede harrison elindeki bebeğin kafasını koparırken evde elektirikler kesiliyormuş falan. düşündüm de dexter bitmesin ya. ne biliim böyle bir adamı zaten öldürsün. miami eyaletinde idam cezası da varmış işte bir tür freelance çalışan cellat olarak düşünülebilir.

zaten debra en son sahnede onu gördü. nasıl kıvıracaklar bilmem. hem de baya bıçağı saplarken gördü. yok ölü buldum inceliyordum durumu saçma olur. zaten debra geçen sezon da yakalamıştı da kaçmalarına izin vermişti. bu sefer arada naylon da yok. debra da iyice sapıttı zaten o ne öyle. aşık olmadığı bir dexter kalmıştı. hah yani.

zaten herkes dexter' a hayran gibi şu masuka' nın internden ne çıkacak acaba.

ekşide bu diziyi death note ile karşılaştıranlar olmuş. bence alakası yok. bi kere death note mükemmel ötesiydi. onu tam anlamıyla soluksuz izledim. tamam ikisinde de seri katil var gibi. ama kira bence seri katil değildi. yani bi defter bulmuşun içine birilerinin adını yazıyorsun. asıl öldüren defterin gücü arada nedensellik bağını kesen bir güç var. bi de orda doğa üstü bi güç var sonuçta. ben de öyle bi defter bulsam 1-2 isim yazmayı düşünebilirim ama dexter' ınki içten gelen kendi yarattığı bir şey. bi de death note' un olayı bence o öldürmelerden çok satranç oyunu gibi giden sahnelerdi. mesela kira l' i saptırmak için bir hamle düşünürken l bunu öngörüp karşı hamle geliştiriyordu. sırf zeka oyunu gibi.

dexter' ın en klişe tarafı 2. sezona sarkan olayın pek olmaması. mesela miguel olayında hep bu aklıma geldi. tamam ölecek gibisin ama daha 9. bölümdeyiz falan diye düşündüm. bir de 5. sezonda  ortalarda bir bölümü 10dk kadar izlemeye çalışmıştım cnbce' de o bana biraz spoiler oldu. yani doakes' in bir şekilde ortalıkta olmaması gerektiğini, quinn' in peyda olacağını, dexter' a gıcık olacağını biliyordum.

güzel diziymiş ama aldığı ödülleri hak etmiş. bu fikirle breaking bad' i de izlemeye karar verdim.

14 Ocak 2012 Cumartesi

kablo toplayıcı..

internette gördüm. kulaklıklar için süper icat. internet dışında bulunabilir mi acaba?

doodle god son..










bir oyun için bu kadar post yazdığıma inanamıyorum. aa hadi saklayayım süper olur diye başladım ama screen shot almaktan öldüm yani..

doodle god..

en son 14 grup var:
içlerinde de elementler var:


doodle god5..





uçakla 115 element tamamlanmış oluyor. gerçi uçak nasıl bir elementtir tartışılır bence..

doodle god4..



bazı şeyler iphone' da var. burda yok. plazma, coffee, silver..


doodle god3..


bazı yerlerde kendimi tekrarladım gerçi.