30 Eylül 2011 Cuma

30eylül..

oha bizim kız kurstan koca bulmuş. inanmıyorum ya. o kızdan beklerdim gerçi. en çok evlenme potansiyeli onda vardı gerçi de o ikisinin arasında olduğuna inanamıyorum. oha yaa. deli gibi dedikodu edesim var ama kimseyle konuşamam pff..

29 Eylül 2011 Perşembe

the kennedys..

http://dizimag.com/the-kennedys-1-sezon-8-bolum-izle-dizi.html

emmy ödül töreninde gördüm, meraktan izledim. güzeldi. amerikanın meşhur jfk' i ile ilgili. son bölümü de bobby' ye ayırmışlar. pek bilmediğim bir konu. arada film falan izliyorum ama o kadar yani. bir de jfk filminde oswald' ın değil başkalarının öldürdüğü daha inandırıcı gelmişti.

yalnız nixon onu hep golden boy diye gösteriyordu. meğer yıllarca abisi joe' nun gölgesinde kalmış.

28 Eylül 2011 Çarşamba

istanbul..

ne zamandır istediğim bir şeydi istanbul' a gitmek. daha önce sadece 2 kere gittim. ilkinde 3-4 yaşında falandım. haliyle hiçbir şey hatırlamıyor. 2.si ise 3 günlük tamamen turistik bir geziydi. tüm türkiye' yi gezmeme rağmen istanbul' a tamamen yabancıyım. tamam orda yaşamayı asla istemem benim gibi bir ankaralı için fazlasıyla kalabalık ve karışık ama bu kadar yabancı olmak da garip.

neyse cuma öğleden sonra izmit' e gittim. ankara izmit arası 4 saat. yolda mola vermiyorlar. hayatımda ilk defa tek başıma evden çıkıp, tek başıma otobüse bindim. garip bir histi. yanımda hamile bir kadın vardı. ben bile kıpır kıpır koltukta döndüm durdum ama kadın hiç kıpırdamadı iyi gitti valla.

izmit güzel küçük bir yer. istanbul' a 1saat falan uzaklıkta, e-5' in kenarında. çok yakın olduğu için fazla gelişememiş gibi. zaten yakında birleşir, istanbul o kadar kabına sığmıyor ki.

zaten akşama izmit' e vardım ertesi gün sabahtan istanbul' a gittik. 10tl' ye götürüyorlar. göz açık kapayana kadar varılıyor. harem' de indik, ordan vapurla sirkeciye geçtik, eminönünden dolmuşla gidip valizleri bıraktık.

bu arada dolmuşta oturduk dolmasını bekliyoruz. 1kişilik yer boş. önde oturan adam 1kişi fazla ödeyip dolmuşun kalkmasını sağladı. istanbul' da yaygın bir uygulama mı bilmiyorum ama iyi fikir. beklememek için 2tl fazla ödemiş oldu. gerçi bize de sorsa 50şer kuruş verirdik.

taksim' den dolmuşla beşiktaş' a gittik. kafamdaki ilk plan beşiktaş sosyete pazarına gitmekti. internetten o kadar adres falan buldum gitmeden sen tut bunları son anda valizin içinde bırak. neyse taksicilere falan sorduk. pek bilen de yok ilginç bişi. neyse bi tanesi biliyorum dedi 5tl' ye falan bizi bıraktı. en iyi tarif evlendirme dairesinin orda demek.

bi gittik. meyve-sebze pazarı. neyse üst katı kıyafetmiş. ama acaba başka bir pazar var da bulamadık mı diye düşünmedim değil. çünkü sıhhıye pazarından büyük bir yer değildi. neyse dedim. tshirt, küpe, çorap falan aldım.

dönüşte yürüyerek beşiktaş iskelesine vardık. yolda ıslak hamburger yedim. pek bir numarası yok gibi. ekmeği ketçap-acı sos gibi bir şeye bulamışlar. içi de boş insan içine bi turşu marul falan koyar.

iskeleye yakın fairy' nin kavurma şanliği vardı. şansa bak. birer sandviç kavurma yedik. pek güzel değildi. tamam ekmeği taze ve güzeldi ama eti yağsız tuzsuz bir şeydi. böyle yağsız pişiriyorlarsa lekeler tabi çıkar.

ordan otobüsle eminönü' ne geri döndük. ama o kadar trafik vardı ki yanımızda yürüyen bir kadın vardı ve abartısız onunla aynı hızda ilerliyorduk.

orda balık ekmek yedik. ne kalabalıktı o öyle. oturacak yer bulamadık, ayakta güneşin altında, elimizde ekmekler, kola, poşetler. balık desen tuzsuz limonsuz. hiç bişi anlamadık.

neyse ordan mısır çarşısını gezdik. sırf turist hiç normal adam yoktu herhalde. bir de kalabalık ki. gördük çıktık işte. ordan kapalıçarşı ve mahmutpaşa. oralar nispeten daha tenhaydı ama gene de kalabalıktı. hiçbişi almadan gezdik buraları. zaten ne alıcaksın ki yani. biraz bir elma çayı aldık. çok güzel kokuyordu. daha denemedim bakalım.

ordan istiklal caddesine çıktık. amacım şu terkos pasajı ve beyoğlu iş merkezi' ni görmekti. o kadar methini duydum ki. hiç de bir şey yok. bizim onur çarşısıyla soysal pasajı gibi bişey. istanbul' daki her şey fazla abartılıyor bence. terkos' tan da 1-2 tshirt aldım. ama çok da orjinal şeyler değil. bir de atlas pasajına gireyim diyordum, buldum da ama o da limon bazaar gibi çıkacak diye vazgeçtim. terkos' u kolay buldum. paşabahçenin hemen yanında. pasajın içinden çok dışarıdaki dükkanlar iyiydi. beyoğlu iş merkezi' ni de tesadüfen buldum.

bir de istiklal caddesindeki saray muhallebicisine girdik. profiterolü çok güzelmiş dedilerdi ama ben o kadar da beğenmedim. bi kere dışının çikolatası çok koyuydu ve şerbet gibiydi içi ne normal krema gibiydi. ben bile daha iyisini yaparım hıh.

akşam tekrar istiklal caddesine gideilm dedik ama cumartesi akşamı ne mümkün. o kadar kalabalık ki omuz omuzu sökmüyor. yarı yoldan geri döndük. girişteki starbucks' ta bir kahve içip geri döndük. akşam harbiye açık havada ferhat göçer konseri vardı. beleş tepe misali dinledik. tek kötü yanı gözlüğüm yoktu. hiç seçemedim sahneyi. ninni gibi söyledi zaten biz uyurken.

baştan dedim saray müze falan görmek istemiyorum. zaten hepsini daha önce gördüm. onun için ertesi gün boğaz turuna katıldık. eminönü' nden bindik gene 2. köprünün ayağından döndük. şansımıza yerimiz iyiydi. erken oturduk kenarda yer kaptık. bir de bizim tarada yakın gitti. anlatıcı iyi değildi. sadece sarayları ve hisarları söyledi. benim rehber daha iyiydi. semt semt saydı bana. yanımızda da araplar vardı. ben neyin resmini çeksem önemliymiş diye düşünüp kadın da çekti. kamerayı almadığıma çok üzüldüm. dandik telefonuma çektim mecbur. kadının iphonu vardı, dışında da lv kılıfıyla. pek resim çekmedim zaten. internette çok süper pozları var istanbul' un. herkes zaten fotorafçı olmuş. vapurda her 3 kişiden 2sinin elinde bir nixon. bir ara kamera olayı modaydı. tam kamera aldık. yeni moda bunlar.

ordan otobüsle cevahir avm' ye çıktık. oha o ne öyle 6 katlı avm mi olur. çok kullanışsız düzenlenmiş ama bi aradan giriyorsun ıssız arka sokaklar gibi, dükkanlar kapanmış falan o ne öyle. pek gezmedim. 1-2 zara mango falan girdim. ee şimdi tam sezon başı görsem beğensem içimde kalacak. o değil de beshka' da geçen ay bir bot beğenmiştim. pahalı diye almadım. şimdi fellik fellik onu arıyorum. numarası hiç bir yerde yok. istiklal' de hiç yoktu. cevahir' de de beden yoktu. pff. aslında lush' a uğrayasım vardı ama bizimki benim bir duş jeline 30tl verdiğimi görürse dayanamaz diye düşündüm. bir de buldumbuldum.com standı vardı. iyi inceleyemedim ama ankamall' a da böyle bir şey açsalar alırım ki.

cevahir ve istanbul' un çeşitli yerlerinde böyle yıldız figürleri var. ben en çok bu beyni beğendim.
akşam gene istiklal' e çıkalım dedik. nispeten daha boştu ama gene de kalabalıktı. pazar akşamı halbuki. hadi ben işsizim ama bu kadar insan yarın işte gitmeyecek mi?

3. gün dönüş günü. anadolu yakasına geçtik. burda pek gezemedik elimizde valizler falan. zaten gezecek neresi var ki? turistik yerler karşıda.

dönüşte trene bindik. hiç trene bindiğimi bilmezdim güzel oldu. tamam küçükken falan bindirmişler ama ne hatırlıycam. haydarpaşa garından bindik. hani filmlerde olur ya anadolu' dan gelen esas kahramanın indiği bir merdiven vardır. orda bir resim çektireyim dedim ama film çekiyorlarmış hevesim kursağımda kaldı. tren işi güzel hacı. sevdim ben. koltuklar karşılıklı karşımdaki de tanıdık olunca ayaklarımı uzattım oohh. bir de otobüslerin bir kokusu olur ya ondan nefret ederim, midemi bulandırır, kolonyayla ıslak mendille falan durmaya çalışırım. trende o koku yok mesela. şimdi treni hiç hatırlamıyorum ya aklımda sadece filmlerden kalan görüntüler var. bir aksiyon sahnesi falan olacakmış gibi. bir de trenler biraz eski ya tam o modda. hiçbir şey olmadı tabi. geze geze getirdi bizi. anadolu yakasındaki tüm semtlerin tren durağı var herhalde hepsini gördük. kartal' ın oralarda bir de büyük sosyete pazarı vardı. aklım kaldı. bilsem bir uğrardık. tren hemen hemen aynı vakitte getirdi. ikram falan yok ama yarı fiyatına. bir de öğrenci indirimi var. paso da sormuyorlar. sorsalar da daha duruyor.

ertesi gün izmit' ten ankara' ya geldik. istanbul' da 2. gecede üşütmüşüm galiba. aslında kalkıp kapıyı kapatmıştım ama kolunu bükmemişim geri açıldı, ben de üşendim kalkmaya. kalksaydım keşke sonra örttüm ama şifayı kapmışız o arada. çok pis gribim şimdi. bu sene erken bulaştık grip işine gerisi gelmese bari..

zahir..

bu kitabı bir arkadaşım tavsiye etti ve dnr' da 4tl idi.

kitabı hiç beğenmedim. tamam simyacı falan iyiydi ama adamın her kitabı iyi olacak diye bir kural yok demek ki.

kitapta kendisini terk eden karısına ulaşmaya çalışan bir adamın hikayesi var. sürekli bak aykırı olmalı insanlar şöyle dejenere vs diye anlatıp duruyor.

300sayfa falan bişey ama bitsin diye sayfa saydım resmen. 4 saatlik sıkıcı bir otobüs yolculuğunda neyse ki bitirebildim.

pushing daisies..

şurdan izledim:
http://dizimag.com/pushing-daisies-2-sezon-13-bolum-izle-dizi.html
bu siteye baya alıştım. diğer kısma kendinin geçmesi tercih sebebim.

çok güzel bir diziydi. bitirilmesi çok saçma. hatta o sene ödül bile almışlardı. son bölüm apar topar bitirilmiş gibi olmuş. charles charles kaçtı gitti hikayesi yarım kaldı, ned' in babası bir bölümde cee dedi gitti o da havada kaldı.

anlatacının şiirsel konuşmaları, renkler ve ortamlardaki kesinlik ve vurgulamalar, chuck ve piemaker ın aşkı çok tatlıydı.

"death, again forever"
"at this very moment.." aklımda en çok kalanlar.

tabi pie maker ın bu gücünde bazı mantık hataları var gibi. mesela ned dokunduğu her ölü şeyi canlandırıyorda mesela yedikleri nasıl oluyor ki. mesela yumurta, süt hadi olmadı sebzeler bile haşlanıp yese bile dilini değdirince tazecik olmazlar mı, boğazdan geçerken tekrar haşlanmış mı oluyorlar.
ya da şu chuck' a dokunamama olayı nası bişi. kızın üstünde kıyafet falan var sarıl işte.
bir de bu chuck' ı canlandırdı. chuck açık tabutlu bir cenazedeydi. bu kızın vücudundaki kan yerine başka bir madde doldurulmadı mı?  hani six feet under daki gibi.
ya da charles charles' ı canlandırdığında niye çürümüş haldeki derisi yeniden canlanmaz. bu özellik belli organlar için mi geçerlidir.

23 Eylül 2011 Cuma

tv arşivi..

asdasasds süper bi site bu. dk dk kanallarda ne var izleyebiliyorsun. tek sorun her dk' nın ayrı yüklenmesi, bir de reklamlar sinir ediyor ama gene de süper:

http://tvarsivi.com/player.php?y=11&z=2011-09-20 12:30:00

tchibo cd kutusu..

fiyatı: 19,95.
zaten ihtiyaçtı. yıllar önce aldığım dandik desenli cd kutusunu kullanıyordum, fiyatı da fena değil. ama göründüğü kadar iyi çıkmadı. zaten ilk dk' da kapağı kırıldı. zaten önemli değil diye önemsemedim, bahçeliye kadar gitmeye de üşendim. yarısını dolsurmama rağmen kapağı da kapanmıyor. bir de 2 parçayı tutan kısım çok ince gibi bilemedim.

ama bu sene tchibo fiyatları biraz pahalandırdı gibi. bu temayı bayadır bekliyordum ama fiyatları görünce 1 parçayla yetindim. tchibo her türden siteye reklam vereceğine fiyatları eski haline çekse keşke.
bir de 2 temayı birleştirip satıyor bu ara. garip.


özellikle bu hoparlörü çok istemiştim ama çok pahalı yaa..

20 Eylül 2011 Salı

fimo kitap vs..

bu da son fimo çalışmam. aslında bir de kalem eklemeyi düşünüyorum ama kürdandan mı, fimodan mı yapsam karar veremedim.

evdeki tek tek fimolar o kadar çoğaldı ki onları böyle kombinler haline getirmek istiyorum. fincan, mumlar ve açık kitao önceden, üst üste duran kitapları sonradan eklemeye karar verdim.

bu arada fimodan kitap yapmak çok eğlenceli. kendi kendime keşfettim. hatta kitap kapağındaki yazılarda falan özenli olsam daha gerçekçi bile olur. ama ne yazmam gerektiğine karar veremedim.

yaparken beyazdan küçük bir dikdörtgen kutucuk kesip dışına ince fimo sarıyorum, sayfalar için de boyuna çizikler yapıyorum. piştikten sonra kurşun kalemler üstünden geçince daha belirgin hale geliyor ve çok şirinler:)

19 Eylül 2011 Pazartesi

okullar açıldı..

yeni mezun olmuş bir işsiz olarak bu sene okul heyecanı yaşamamak çok garip bir duygu. okuldan nefret ettiğim senelerde bile yeni başlayan dönemin heyecanını severdim. kırtasiye alışverişi zaten başlı başına bir neşe kaynağı.
insomniaya doğru sürüklenerek 2günde sadece 1,5saat uyusam da dün gece de çok zor uyudum ama bu sabah iyi kalkabildim erkenden. düşüncem yeni dönemle kendimi tatil rehavetinden sıyrılıp kendimi mantıklı bir gündelik düzene oturtmayı düşündüm. ama ne mümkün.

saat 9' a kadar falan gene iyiydi. trafik tıkandığı için bizim sokağa giren arabalar fazla gürültü yapsa da çekilmeyecek gibi değildi. ama sonra 2 aydır unuttuğum müdür gene konuşmaya başladı. gıcık oluyorum şu adama ya. nerdeyse üşenmeyip okula gidip boğazını sıkıvericem. önce uzun bir konuşma yaptı. bu kadar uzun konuşmanın mantığını hiç anlamayamışımdır zaten. bu konuşmayı dinleyip de ilham alan var mıdır acaba. yeni ders yılı hayırlı olsun de git ne kastırıyorsun. sonra öğrencilere genel duyuruları okudu. sonra yeni gelen 9. sınıflarla sınıfları değişen 10. sınıfları sınıflarına bakmaya kapıya yolladı. çok izdaham olmuş olacak ki sonra lissteyi eline alıp tek tek okumaya başladı. ben bu arada ders çalışmaya çalışıyorum, camı kapattım, arada 2 sokak ve koca bir cadde var, arka odadayım ama gene de bu kadar net duyuyorum. şu mikrofonların volüm ayarı yok mu? gece kulupleri ve konserlere uygulanan desibel kuralı buraya da gelmeli.

saat 10' a kadar biter herhalde dedim ama sonra da sesli uyarılı zil sesi başladı. önce barış manço şarkısı gibi bir melodi zil niyetine çalıyor. sonra sınıflara falan diye anons geliyor. bizim zamanımıza bir zırrr: tenefüs bitti, 2. zırrr: hoca geliyo hadi sınıfa demekti. her seferinde söylemesine gerek yok ki. bi de bu her 40dk' da falan oluyor.
umudumu kesince dedim gidip biraz daha uyuyayım. 11gibi biri konuşma yapıyordu. tam da anlamıyorum. gözümü açıyorum gürültü varsa tekrar dalıyorum. böyle böyle 12 ettik gene.

akşam da bi yürüyüş yapayım hava alayım dedim bu sefer de okuldan çıkanların trafiğine yakalandım. bu arada artık okullarda beyaz gömleğin yerini polo yaka tshirtler almış. çok iyi bişi bence. zaten bi etek bi de gömlek ömür törpüsüydü. pantolon olayı süper olmuştu zaten bu tshirt olayı da şukela olmuş. bizim zamanımıza yetişse daha süper olurdu ya.

neyse umarım bunlar ilk gün hengamesidir, azalarak bitsin lütfeeen.

the sims social..

en hızlı alışıp en çabuk bıktığım oyun bu oldu herhalde. başlarda güzeldi görevler falan güzeldi. sonra sıkıcılaşmaya başladı. ev içinde olan görevler hadi neyse diyor ki mesela 5 arkadaş gez şunu yap. benim bilgisayar da biraz yavaş bi arkadaşın evinin yüklenmesi 2dk, adamın evi büyükse ev sahibini bulmak 1dk, görevi bitir çık 1dk daha. yani bir arkadaşa 5 dk desek 5arkadaş gezmek 25 dk. tek kalemlik görevler de olmuyor genelde. ohoo. bir de bu bekleyişlerde internet explorer kitleniyor. sonunda dayanamayıp format attıracağım herhalde.
başka yapıcak bir şey de yok. bi keresinde öyle bir denk geldi ki 3görev de tıkandı. mail gelecek 24 saat bekle diyor. napiim ben de skillleri geliştireyim dedim. bu sefer de yeni görev skill atlamak. yeni skill de garip garip malzeme istiyor.
bi de bu mail gelmesini bekleme işi var. bu haftasonunu bu oyuna ayırdım, bizimkinin hızlı bilgisayarını aşırdım. tuttu 24 saat bekle diyor. sinir yaa. en son ananas yetiştirmek 2 gün gerektirince bıraktım artık. aslında güzeldi ama uğraşamam ya.
tek hesapla oynayayım dedim ama mümkün değil. bi görev var mesela anasayfaya ilan yolluyorum. 5 kişinin kabul etmesi gerek. bu oyunu oynayanlar anasayfaya o kadar dikkat etmez ki. farmville gibi değil. mecbur kendi hesaplarımla hallettim. ya da mesela bir istek yolluyorum. tüm arkadaş listesi çıkıyor. o kişi o oyunu oynamıyorsa o isteğe bakmaz ki.
başka bir şey de yapılmıyor. mesela biraz eve çeki düzen vereyim, 2 eşya alayım diyorum. yeni görev eşya almak çıkıyor. e zaten ben düzenimi kurmuşum bozmasana.

15 Eylül 2011 Perşembe

married with children..

şurdan izliyordum:
http://dizimag.com/married-with-children-3-sezon-22-bolum-izle-dizi.html

aslında 11 sezon süren bir dizi ama sadece 3 sezon var. bu sitenin sorunu bu işte. dizi arşivi baya geniş ama 1-2 sezon yayınlayıp bırakmışlar.

bu diziye baya alışmıştım aslında. geçen çocuklar duymasın' da bir bölüm vardı. haluk' tan kumandayı almayı çalışıyorlardı. aklıma bir peggy bundy kuralı geldi. eğer televizyonda izlemek istediğin bir şey varsa o kanalı aç ve kumandanın pillerini çıkar. bir erkek düğmeye en fazla 5 kere basar ve sonra vazgeçer:)

bu da son halleri galiba. internette gördüm. peggy hiç değişmemiş yaa. gerçi imdb resmi farklı. bir de al' ın göbeğini saklamak için aile pek samimileşmiş..

12 Eylül 2011 Pazartesi

down with love..

aslında kanaltürk' ten izleyecektim ama o gün unutmuşum. nasılsa internetten bulurum dedim ama sandığımdan zor oldu. bikaç siteyi taradım ama daha iyisini bulamadım. çok ilginç bir yapısı var. dakika dakika ilerliyor, reklamlar falan da var. neyse ki film boyunca sadece 1 kere reklam gelmiş. yoksa kafayı yerdim herhalde. her dk ekran değişecek nasıl olur dedim ama sandığım kadar zor olmadı. zaten kendi kendine değişiyor ama tam ekranda izleyince arada takılıyor, ekranı küçültüp, kaldığım yere alıp tekrar başlatmak gerekiyor. neyse şurdan izledim:
http://www.stardizi.com/dizi-izle/Aska-veda-yabanci-film-03-eylul-2011-izle.html



bu filmi çok sevdim. genelde romantik komedilerin yüzde 90'ından nefret ederim ama bunu çok sevdim. bi kere ewan mcgregor var ki o benim canım ya:)gerçi zırt pırt soyunmasa, o çorap sahnesi neydi ya, sırf onun için izlenir bi kere, sonra renee zellweger var. onu da briget jones' tan beri seviyorum, hatta peter tipini oynayan adam bile cuk oturmuş. fraiser' ın kardeşiydi hani.

bi de bu film pembe bir film. ne denir bilmiyorum, renkler ve kıyafetler çok keskin. hayatta pembe giymem ama televizyonda falan seviyorum. hairsprey de böyleydi.

filmin sonuna doğru barbara catcher' ı sevdiğini itiraf ettikten sonra ben aslında nancy falan dedi ya. romantik komedide tahmin edemediğim nadir anlardan biriydi. tama ikisi birbirine aşık olacak catcher durulacak falan ama bunu tahmin etmemiştim.

bir de sarışınla esmerin arası ginger mıdır? bence değil..

10 Eylül 2011 Cumartesi

rossmann alışverişim..

gidicem gidicem diye ne zamandır erteliyordum. halbuki kaç kere gittim antares' e. alınacak ihtiyaç bir şey yok da işte, bunlar da aldıklarım:

diş ipi: 2,29. bi ara 1,50tl idi bunlar fiyatlar bi tık yükselmiş gibi. neyse o kadar minik, şirin bir şey ki evde 2 paket olmasına rağmen aldım.

tırnak güçlendirici: 2,49. bunun da üstünde almanca nail hardeneer gibi bir şey yazıyor. herhalde bu amaçta diye aldım. flormara gidicektim ama standdan üst katta bir mağazaya taşınmışlar. bence stand daha şirin bir oluşum.

ayak kremi: 1,90. bunu almazdım da küçük paketlere zaafım var. makyaj malzemelerini de küçültseler daha çok alırım bence. ama bunu sevmedim hani hasta olunca göğse sürülür ya yumuşatsın diye vicks mi ne onun gibi kokuyor. içindeki okaliptüsten diye düşünüyorum.

deodorant: 1,99. bu da küçük diye aldım. aslında rollonlar bundan daha küçük ama yola falan çıkarken yanıma alırım dedim.

silk..

bu da dnr' ın kampanyalı dvdlerinden. fiyatı:2,50tl

çok dandik bir film. tamam romantik seviyorum ama cidden sandik. neyse ki çok çok ucuza aldım. yoksa parama acırdım. keira gene çocuk doğuramadığı için kocasının aldattığı bir kadını oynuyor. gene eski dönem dizisi. japonya falan ilginç olabilir diye düşündüm ama kurgu çok dandik. tamam konu gene beni sinir edecek bir konu ama o kadar dandik ki bitse de gitsek halindeyim. aslında işlense güzel olabilecek şeyler ama dandik.
zaten adı kapakta 2. isim olarak geçiyor, resimde var ama keira filmde 10dkdan fazla görünmüyor. zaten esas erkeğin tipini beğenmedim. resimde robert pattinson' a benziyor ama değil.

sınav..

öncelikle sınavın yapıldığı konferans salonu çok güzel bir yer. ben kenferans salonu deyince masasız bir yer ya da kolçaklılar bekliyordum ama süper bir mekandı. anfi gibiydi aslında ama anfinin yumuşak deri koltuklu hali gibi. arada 3kişilik falan boşluk kalacak şekilde yerleştirmişler.
girişte cep telefonlarını üzerlerine sıra numaralarını yapıştırarak teslim aldılar. pratik bir çözüm. kpss' de falan da pekala uygulanabilir.
düşünmedim değil ama klasik sınav olması gene de şaşırttı. tükenmez deyince anladım zaten. aslında yanımda tükenmez de vardı da yedek olsun dedim şimdi.
ben ortalardaydım ama 200kişi falan girdi herhalde sınava. aslında 8kişilik kadro için biraz fazla. hadi olsun olsun 50kişi girsin.
lisedeki büt kağıtları gibi köşesi kapatmalı kağıtlardan vardı ama normal A4 boyutlarında. ingilizce için ayrı kağıt, alan soruları için 1+sınırsız kağıt.
soruları ve kalemleri de geri verdik.
sınav süresi 3saat ama 1 saatte sınıfın yarısı çıktı. zaten o kadar uzun süre isteyen sorular değildi.

sorular kolaydı. 1tane uç soru vardı, o da şansıma benim alanımdan geldi. keşke başka yerden gelseydi. kpss' ye girdiğimden beri itiraf etmeliyim ki doğru düzgün oturup çalışmadım. şöyle biraz hatırlatsam kendime yapılmayacak sorular değildi. biraz da kendimi test olur diye kasmadım. gerçi ne kadar çalışsam muhasebede numaraları ezberlemeyi düşünmezdim. gerçi yevmiye defterinde kullanılacak en klasiklerdendi. biraz iyi çalışsam aklımda kalırdı. hele ingilizce begginer seviyesinde fiil kelimelerini cümle içine yerleştirme idi.

kpss sınavına girip 80 üstü alan kişiler için bu sınav 100 alınası sınavdı. o yüzden hiç umudum yok.

6 Eylül 2011 Salı

terliğim..

tatildeyken bi gün denize girdik, iskeleye de terlikleri bıraktık. herkes öyle yapmış zaten bi yıın terlik. çıkınca bi baktım. terliğin teki yok. biri kötelemiş aşağı, bulamadık da aşağıdan dolansak zaten yasak. güvenlikçi var ama hiç umru değil. ben de tek terlikle kalakaldım.

tek terliği napiim onu da bıraktım. giderken onun da resmini çektim en 127hours halimle..

şurda bıraktım. resim küçük çünkü resimdeki insanlar gerçek.

rüyamda..

çok manyak bi rüya gördüm geçen gün onu yazıcam.

doctor who karavanda hayvan gördük. boynuzlu, aslan başlı ama kedi yavrusu kadar, sütlü kahve. enişte resmini çekmeye çalışırken sesini alıp içine girdi gibi. sonra martha jones run dedi. kopya vermesi yasakmış gibi ama anlatması gerektiği şeyi doktorla bizim aklımıza geldi. kıyafetlerin üzerindeki sayıların üstünü mavi minik sprey boyayla karalamaya başladık ama geç kaldık. benim üstümdekinin beden etiketi aklımıza geldiğinde yaratık ordaydı parmaklı bişi.

makyaj 2 al 1 öde..

itiraf ediyorum bu ikisini sadece almış olmak için aldım. body shop' tan allık almak istedim ve aldım. kendini hiç belli etmeyen bir renk, pudra gibi bişi zaten. halbuki ben pembe severim.
fiyatı: 27,90

farı da 2. olsun diye aldım. niye bu rengi seçtim onu da bilmiyorum. bi kere evde çok sevdiğim bir mat siyahım var zaten. tamam siyah her türlü gider, renk vermesi de fena değil ama ne gerek var yani. hele mavisi yahu evde en az 5 tane mavi farım var. sorsan bi kere mavi far sürüp dışarı çıkmışlığım yoktur. ha tamam güzel duruyor. aydınlık duruyor falan ama yaptığım makyaj belli zaten. eyeliner, rimel, pudra gloss. niye alıp duruyorsun. bundan sonra kendime ceza vericem her dışarı çıkışta mavi far sürücem. üstelik kabı da çirkin refill kaplarına benziyor. neyse fiyatı: 27,90

watsons alışverişim..

deodorant ihtiyaç zaten. yalnız kabını değiştirmişler bi an tanıyamadım. fiyatı: 3,99

body butter almasam da olurdu. bu bitirilesi projesinin kötü yanı indirim zamanı kendimi aşırı frenledim şimdi de body shopta kampanya yok. ben de watsonsdan bunu aldım. kokusu fena değil. zaten 3 çeşit vardı. coconut ağır olur, vişneyi annem sevmiyor. mecbur buna kaldım. fiyatı: 4,90.

a single man..

bunu internetten izlemeye kalktım ama düzgün bir yer bulamadım. dvdsi çıkınca 20tl idi almadım, 9,90'a düştü bekledim, 4,99' a düşünce e hadi dedim alayım. aslında biraz daha beklesem 2,50' ye de düşer de neyse.

internetten izlerken de sevmemiştim, şimdi de sevmedim. çok durağan bir film. hatta başlar böyle imgesel falan. sanat filmi gibi bir sıkıldım bir sıkıldım.

adamın yoğun depresyon hali var aslında böyle yavaş bir film olması normal ama bu benim sıkılmama engel değil.

adamda süper bir mantık hatası var. açık tabutlu bir cenaze planlıyor anladığım kadarıyla. kravatı büyük bağlayın falan diye. ama ağzına bir tabanca sokup beynini patlatırsan o yüzü toparlayamazlar. hem de 1960lı yıllarda. six feet underdan bu işleri öğrendik yani.

kıyafetler falan süper tabi. tom ford olunca. bir de sonunu sevdim. tam dedim aha film bitti. happly ever after. adam hayatla barıştı. kalp krizi..

biten lip balmlar..

bitirilesi projelerine ara verdim. dolabım baya rahatladı, zaten kışın bir şeyleri bitirmek daha zor. bir süre sadece dudak kremlerine yoğunlaşmak istiyorum.

ilk kurbanımız bu. bitti bile. aslında çok memnundum. zaten niveanın dudak kremleri güzel, nemlendirmesi iyi, yoğun bir krem, ama beyaz beyaz kalmıyor. hem de tüpte olduğu için yazın çantaya atmakta tereddüt etmiyorum. şu açmalı olanlar 2 kere eriyip, aktı ve çantamı batırdı mesela.

niye bitsin istedim. çünkü çok eskidi. kaç senelik şey. genelde yazın kullanıyorum, çantanın birinde kalıyor ben aylarca unutuyorum. bir de güneşin altında kaldı falan bi sürü. yapısı hala iyi aslında ama biraz da sıkıldım. tabi dudaklarıma sürmeye kalksam bi 5-6 sene daha giderdi ama ben ayak kremi yaptım. bir kavonoza boşaltıp 1 haftada bitirdim..


bu da watsons marka. aslında bunu da sevmiştim. portakal şekeri gibi kokuyor, nemlendirmesi fena değil ama olmasa da özlemezdim.
ben bunu almazdım da watsons' un meşhur bir magic lip balmı vardı. paketi falan nerdeyse aynı. o sanmıştım ama değilmiş.

2 Eylül 2011 Cuma

dönüş yolu..

dönüş yolu gene kalabalıktı. bayam tatili bitti tabi memurlara devam etse de millet eve dönüyor. yolda da alacahöyük' e uğradık. giriş 4tl. pek bir şey yok. ören yeri ve müze. yolu baya içeri doğru. bir de daracık daracık köy yolu.

ordan hattuşa' ya geçtik. orda giriş 5tl. ama aynı biletle 3 yer geziliyor. hattuşa, yazılıkaya ve müze. hattuşa arabayla gezilesi. aslında aradaki yollar yürüyüş yolu olarak tasarlanmış, yerler arnavut kaldırım. baya büyük bir yer. ama japon turistler bile otobüsle geziyorsa bir hayli hayli arabayla gezeriz. bir de tam öğlene denk geldi. gezmedik bile tam. bir yerde tünel vardı o ilginç, içine biraz ışık taksalar daha iyi olurmuş ya. baya uzun bişi. ordan aşağı inip sola dönüp merdivenle yukarı çıktık. merdiveni görünce gene tırstım bi. ama küçüktü neyse ki.
ordan yazılıkaya. güzeldi. baktık işte.
sonra da müze. müze ücretsizmiş gerçi. mayıs' ta açılmış.

yalnız ben şunu anladım benim için ideal tatil bir tatil köyünde denizle bütünleşmek. sevmiyorum abi. ne dağ tepe tırmanmayı, ne de kültür turunu. ben şehir insanıyım. deniz insanıyım.

sonra ankara işte. yol boyu gene 06plakalarla geldik. madem hepimiz ankara' ya gidicez tren gibi şu arabaları birbirine takmanın bir yolu olsa. hele yozgat yolundan sonra iyice sıkıştı. o da öyle bişi ki mesela bir arabayı geçiyorsun 5dk sonra o seni geçiyor. öyle bişi.

dönüşte ikea' ya girdik yol üstünde diye. evet biz ikea' yı sadece yemek yemek için kullananlardanız. bu arada orası da çok kalabalıktı. ilk defa park yerinde 2.kata kaldık düşün. orası da biraz hareketlenmiş. açılacak 1-2 dükkan bayrama yetiştirilmiş sanırım. bu arada bir şey keşfettik. ankara ikea için: girişte sağdan değil de soldan dalınırsa direk yemek bölümüne geliniyor. ekşide bir başlık vardı 10dk da ikea' dan çıkabilmek diye. aklıma o geldi. müşteri çok diye isveç köfteye zam yapmışlar. zaten orası iyice çığrından çıkmış. millet tepsisini kaldırmıyor, masa yok, sos tarifi bitmiş.. millet şehir dışından gelmiş ikea' yı da görelim illa demiş gibi. ergenler birer çiçekli yastık kapmış, daha ucuzcular birer mum almış. gelmişken dedim ki bir kutu alayım. koçtaş' ta bulamamıştım. kasalar bir kuyruk bir kuyruk. zaten yavaş işliyor. kaçarak uzaklaştık.

bayramın son sürprizini de dsmart yaşattı bana. meğer gene kanalları açmış. sanki istemişim gibi günde 1000tane maç mesajı atan dsmart 1 senedir beklediğim haberi vermeye zahmet etmemiş. peki ben bunu ne zaman anladım? saat 23:45' te süper di mi..

amasya 2..

sonra maket amasya müzesine gittik. giriş öğrenci 1 tl. ben en çok burayı sevdim. amasya' nın 1913 yılındaki hali ve tren minyatür olarak canlandırılmış. kümbet gibi bir yerin içinde tek oda. ama güzel detaylı bir maket her şey var, kale, kral mezarları, yeşilırmak dahil. belirli bir vakitte hava kararıyor, akşam oluyor, ışıklar yanıyor falan.

ardından şehzadeler müzesine gittik. burası ilk gün kapalıydı. giriş 1 tl. amasya osmanlı döneminde şehzadelerin yetişme yeriymiş. bir kısım tahta çıkmış, bir kısım çıkamamış. alt katta tahta çıkamayan şehzadelerin varsayımsal balmumu heykelleri var. çünkü resimleri yokmuş. kanuninin mustafa ve beyazıt da burda. muhteşem yüzyılda görürüz belki. üst katta da tahta çıkmış olanlar var. küçük bir yer aslında 2 kat işte üst kat da büyükçe bir salon gibi. duvardaki işlemeler falan zamanında burada lüks bir görüntünün olduğunun kanıtı ama içeride pek eşya yok.

sonra şehir müzesine gittik. giriş 3tl. içeride işte eskiden yeniye düzenlemiş. osmanlıdan kalanlar da var, kral mezarlarından çıkan mumyalar da.

gezilecek yerleri tüketince amasya' da turladık. küçük bir yer zaten bir uçtan bir uca yürüdük herhalde. güzel ama dağların arasında yeşilırmağın kıyısına kurulmuş bir şehir, nehir kıyısında eski evler, karşı taraf yürüyüş yolu. şehzadeler yolu hatta. yolda mısırcı, dondurmacı falan. ama dondurmacıdan çok mısırcı var. burda moda mısır yemek sanırım. gördüğümüz 3 kişiden 2si mısır yiyordu. haşlama, közlemenin yanına bir de bardakta var tabi. bir adamın 17tane aldığını gördük. güzel süt mısır. hazeranlar konağında bile adamın önünde mısır vardı. mısır amerika' dan geldi desek, onun osmanlıya ulaşması, günlük hayatta yerini alması.. bu detaylara takılmıyoruz.



amasya..

giderken bayramın ilk günü saat 10gibi falan yoldaydık. yollar gene çok kalabalıktı. özellikle ankara çıkışı. biz esnaf yakın yerlere akraba ziyaretine gidiyor diye yorumladık, bolca reno gördük. mola yerleri bayramlıklarını giymiş insanlarla doluydu:)

amasya' ya vardığımızda saat 5 falandı. tamam deniz kenarı süper olurdu ama amasya güzel yer. sanki tarihin her döneminde yerini almış gibi. kalesi var m.ösinden, sonra strabon, kral mezarları var o da m.ö. başka bir zamandan. ferhatın deldiği dağ burda, osmanlı zamanında şehzedeler yetişirmiş burda, kurtuluş savaşında amasya genelgesi var, sonra elması..

oraya varınca hadi bir şehri gezelim dedik. ilk karşımıza kral mezarlarına giden yer çıktı. hadi bakalım bayramın 1.günü açık mıdır falan derken çıktık. yolu kötü. önce bir merdiven var. eski taşlardan, üstleri kayrak kayrak olmuş, o gene iyi sonra küçük bir yokuş var. çıkması iyi güzel de dedim bunun bi de inişi var. bi de yoldan geldik ayağımda babet, babet kayıyor, ayağım da babetin içinde kayıyor. neyse girdik giriş 3tl.

müze kart geçiyor ama yenilemiyorlar. o da çok kötü kaç yer gezdik bu gezide müze kart var, yeniletmek istiyoruz ama hiçbir yer yapmıyor. verdiğimiz paralar kart parasını geçti zaten. hayır bi de ben şu pasoyu teslim etmeden yeniletmek istiyorum.

neyse içeri girdik ama tepeye mezarların oraya doğru düzgün yol yok. zaten ayağım sağlam değil, orda da bi cafe var ben oturdum valla. yukarıda da hiç bişi yokmuş. o mezarların pencere gibi görünen kısmı çok yüksekmiş görünmüyormuş. pek bişi kaybetmedim.

ertesi gün sabahtan kaleye çıktık. kaleyi ilk görüşte alamut' a benzettim. bu sefer yolun çoğunu araba gitti neyse ki. sabahtan gittiğimizden yol da boştu. iyi dedim bu sefer kolay oldu, kaleye vardık. içeri giriş ücretsiz. bizimkiler tutturdu hadi bir de bayrak direğine çıkalım diye. bu görünen yerden en tepeye tırmandık. çıktım gördüm. diyebilirim ki kesinlikle gerek yok. bir kere arada tam 300 merdiven var. tamam merdivenler iyi durumda sonradan yapılmış ama öldüm yani. son merdivenlerde dizlerimle vedalaşıyorduk nerdeyse. yukarda da hiç bişi yok. bir tane devasa bir direk ve bayrağımız işte bu. sabah 9' da falan çıktık iyiki de öyle yapmışız öğlen falan olsa bayılırdım herhalde. hayır çok terlemedim, öyle ölüyorum tarzı da yorulmadım ama dizlerim bitti.

yolda yabani bezelyeler gördük. daha ufak. hemen aklıma tüfek,mikrop ve çelikteki bezelyelerin evrimi geldi.

tırmanma işlerini böylece bitirdik. sonra amasya genelgesinin imzalandığı saraydüzü kışla binasına gittik. içeride bir oda var. 2 balmumu heykeller, genelgenin kumaşa işlenmiş türkçesi, orjinali var. bir de sinema salonu gibi bir yer var. bayramın 2. günü olduğu için sanırım gösterim yoktu. biz de sormadık açıkçası. üst katlara çıkılmıyormuş.

sonra hazeranlar konağına gittik. giriş 3tl. burda eskiden tüm evler beypazarı evleri gibiymiş. zamanla bir kısmı yıkılmış yeni binalar yapılmış tabi, bir kısım restore edilmiş, bir kısım da yıkılmaya yüz tutmuş halde bekliyor. bu hazeranlar restore edilmişlerden, içi eskiye uygun şekilde düzenlenmiş. beypazarı evlerini görmüş biri olarak burda ilginç bir şey görmedik.

1 Eylül 2011 Perşembe

dominos sufle..

normalde almak aklıma gelmezdi. ama ttnet' in hediyesi olunca değerlendirdim.

bizim burdaki dominos' u seviyorum, asla 30dk' yı geçirmezler ve pizzası hep sıcak olur. sufle de sıcaktı.


sufle konusunda kendimi uzman ilan edemem. bi burger king, bir de mado' da yedim. bu mado' dakine benziyordu.

içinde yoğun çikolata vardı. sufle biraz ağır bulduğum bir tatlı o yüzden tekrar alacağımı sanmam.

bir de üstündeki pudra şekeri saçma geldi.

türk usulü başarı..

İşe Başlamadan Önce...................İNŞALLAH
Kendimize Güvenirsek.................... EVELALLAH
İşe Başlarken..................... ..........BiSMiLLAH
İşten Vazgeçersek................... ......EYVALLAH
Sonuna Kadar Gitmek İstersek........YA ALLAH!
Canımızı Sıkarlarsa.................... ......FESUPHANALLAH
İşe Coşku ve Heyecanla Sarılınca....ALLAH,ALLLAH,ALLAH
İşi Başarıyla Bitirince..................... .MASALLAH
Eğer İşi Başaramazsak.................. .HAY ALLAH